Reklam

"DUY"ARSIZLAŞMAK

"DUY"ARSIZLAŞMAK
Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A+ A-

Bir fotoğraf düşünün... Ortasında çamurlu bir yol var. Yolun kenarında bir çift ayakkabı. Ayakkabılar eski, yırtık, su almış. Hemen birkaç metre ötede bir çocuk... Gözleri yere dikilmiş. Donuk. Ne bir gözyaşı, ne bir çığlık. Sadece derin bir sessizlik..

Bu, bir savaş bölgesinden, mazlum bir diyardan, ya da bir doğal afet sonrası enkazın kenarından alınmış bir kare olabilir. Ya da evladını, sevdiğini, canparesini canilere kurban vermiş ve çaresizlik içinde adalet bekleyen birilerinin görüntüsü de olabilir... ama hayır, bu görüntülere artık her yerde rastlayabiliyoruz. Televizyon ekranlarında, sosyal medyada, duraklarda, metro istasyonlarının duvarlarında... Her yerde aynı bakış: Donuk, kırık, suskun.. Ve biz? Biz sadece bakıyoruz.

Duyarsızlaşmak bir anda olmaz. Duyarsızlaşmak bir gecede de olmaz. Yavaş yavaş olur. Önce bir görüntü canımızı yakar. Sonra bir benzeri daha... Ve sonra bir diğeri. Günler geçer, görüntüler artar. Önce iç çekeriz, sonra sadece izleriz. En sonunda, başka bir acıya denk geldiğimizde, ekrandan uzaklaşıp telefonumuza bakarız. İşte o an, insanlığımızdan bir parça daha düşer yere, sesimizi bile çıkartamayız bazen..

Duyarsızlaşmak bir tür savunmadır der bazıları. İnsan, sürekli acıya maruz kalınca bir noktada duyularını kapatıyor sanırım. Ama bu savunma, zamanla bir hastalığa dönüşüyor. Empati duygumuz kayboluyor, vicdanlarımız susuyor, kalplerimiz köreliyor... Ve toplum olarak, birbirimize ve hislerimize yabancılaşan bireyler yığınına dönüşüyoruz. Sosyal medya çağında acıya mesafe kalmadı ama yakınlık da kalmadı.

Bir zamanlar savaş haberlerini haftada bir televizyondan öğrenirdik. Şimdi gerçek zamanlı olarak izleyebiliyoruz. Bir çocuk veya kadın vuruluyor, biz anbean görüyoruz. Bir insan kaçırılıyor veya canı yanıyor anlık olarak  haberdar oluyoruz. Bir orman yanıyor, canlı olarak izliyoruz. Ve sonra? "Beğen", "Yorum Yap", "Paylaş"... Hepsi bu.

Duyarsızlaşmak, sadece başkalarının acısına körleşmek değildir. Aynı zamanda kendi içimizdeki duyguların da yavaş yavaş silinmesidir. Artık ağlamıyorsak, artık öfkelenmiyorsak, artık hiçbir şey bizi sarsmıyorsa, biz sadece başkalarına değil, kendimize de duyarsızlaşmışız demektir. Ve bu, bir insanın veya toplumun başına gelebilecek en büyük felakettir..

Duyarsızlaşmak, çığlık atmaktan vazgeçmektir. “Bir şey değişmez!” cümlesiyle başlar, “Ne yapabilirim ki?” ile biter. Ama unuttuğumuz bir şey var: Duyarlılık bulaşıcıdır. Bir insanın sesi, binlercesini ayağa kaldırabilir. Tıpkı duyarsızlığın da bulaşıcı olduğu gibi...

Yazımın sonunda sizlere “Şunu yapalım, bunu yapmayalım” demeyeceğim.. Çünkü hepimiz kendi sınavımızı veriyoruz bu hayatta. Ama sadece şunu söylemek isterim ki; Lütfen arada durun. Gerçekten durun ve derin bir nefes alıp. Kendinize sorun: “Ben hâlâ hissedebiliyor muyum?” Eğer cevabınız evet ise, kıymetini bilin. Eğer cevabınız hayırsa, üzülmeyin... çünkü o hissi tekrar bulmak da mümkün olacaktır. Ama önce ruhumuzu ve kalbimizi dinlememiz gerekiyor. Belki biraz sessizlik, belki bir başkasının gözlerine dikkatlice bakmak..

İçimizi kapatmayalım. Çünkü içeride hâlâ iyi bir şeyler var...

Belki biraz tozlanmış veya çamura bulanmış olabilir ama unutmamak gerekiyor ki, toz ve çamura bulananan elmas, elmaslığından bir şey kaybetmez.

Sevgi ve saygılarımla...

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.