MANAV SALİH

- Telegram
Dilimize yerleşmiş olan cinsiyetçi ifadeler için haklı olarak çok kafa yorarız da bedava sirke baldan tatlıdır, üzümünü ye bağını sorma, bal tutan parmağını yalar, nerede beleş oraya yerleş ve devletin malı deniz yemeyen keriz gibi onlarca ahlaki olmayanı övüp yücelten atasözleri hakkında zerrece düşünmeyiz. Atasözü dediğimiz şey dünden bugüne oluşan bir şey değil; tam tersine yüzyılların imbiğinden süzülüp gelen, adeta ülke insanının genlerine işleyen bir yapı aslında. E böyle olunca da bazı şeylerle kendimizi özdeşleştirmemiz mümkün olmuyor. Hatta anlatacağım şeyler çok garip, bu dünyanın dışından şeylermiş gibi kabul edilebiliyor.
Sevin ya da sevmeyin ABD dünyanın en önemli gücü. Özellikle II. Dünya Savaşı’nın ertesinde dünyanın sahibi, koruyucusu, kötülerin düşmanı iyilerin hamisi gibi bir pozisyonda kendisine rol biçen ülke, aksayan birçok yönüne rağmen hala rakipsiz. Demir perde yıkılana kadar Sovyetler Birliği (günümüzün Rusya’sı) biraz denk bir rakipti ABD’ye. Şimdilerde Çin ile ticaret savaşı yürütmekte ama gerçek anlamda denk bir rakibi olmadı ABD’nin. Amerikan başkanları White House’ta ikamet ediyorlar. White House, dünyanın tüm dillerinde Beyaz Ev demek. Mesela İtalyanca’da Casa Bianca, İspanyolca’da Casa Blanca, Almaca’da Weißes Haus vs vs. bir tek biz nedendir bilinmez Beyaz Saray diyoruz. Sanırım 600 yıl boyunca saraydan yönetilince, yönetim yerlerinin mutlaka saray olması gerektiği gibi bir düşünce de genlerine işliyor insanların. Her neyse, bu ayrı bir mevzu. Madem Beyaz EV (Saray) dedik, oranın sakinleri ile ilgili birkaç kelam edelim.
Amerikan Başkanı olan şahıs her kim olursa olsun yediği yemeklerin, kullandığı diş macununun, tuvalet kağıdının, ayakkabı boyasının parasını, kısacası aklınıza gelebilecek her türlü harcamasını CEBİNDEN ÖDÜYOR. Trump bey o upuzun kravatları ve 8 drop takım elbiselerini temizletince de ücretini kendi maaşından karşılıyor mesela. Ayın sonunda tüm bu harcamalarının faturaları o kudretli ABD Başkanının önüne konulur bay başkan da bunu cebinden “halleder”. Başkan ve ailesi aynı zamanda ikametgahları da olan Beyaz Ev’in mutfağından, canları neyi çekiyorsa yiyebilirler. Trump amca, gecenin ikisinde kan şekeri düşüp de tatlı krizine girdiğinde yediği Delaware usulü Şeftalili Turtanın parasını da ay sonunda maaşından ödüyor. Camp David, ABD Başkalarının dinlenme mekânı olarak bilinir. Hafta sonlarında ya da mesela 4 Temmuzbayramında Başkan isterse eşini dostunu da davet ederek onlarla Camp David’de neşeli bir tatil geçirebilir. Bunda hiçbir sakınca yok. Tabii ücreti mukabilinde… 1959’da yani soğuk savaşın en cafcaflı zamanlarında Başkan Dwight D. Eisenhower, Sovyetler Birliği lideri Nikita Kruşçev’i Camp David’de ağırlamıştı mesela. Kruşçev’in içtiği çayın (çay içtiğini varsayıyoruz elbette) yediği kurabiyelerin parasını da Eisenhower cebinden ödemişti, ne kadar ilginç değil mi?! Ne dedik, Beyaz Ev, Başkanın ikametgahı da aynı zamanda dedik. Çalışan hizmetçi, garson vb kim varsa maaşları devlet kesesinden değil bizzat Başkanın kesesinden ödenir. Ama hakkını da verelim, Amerikan Devleti Başkan’dan kira ücreti almaz! Devletin Başkana yapıp yapabileceği en büyük kıyak da budur! Ha unutmadan, Başkanın eşinin yani First Lady’nin(bize uyarlanmış haliye Baş Hanımefendi’nin) kuaför masrafları da Başkan tarafından ödeniyor.
Başkanlık uçağı var, filmlerde filan görmüşsünüzdür, AirForce One, hah işte ona da öyle devlet görevlisi olmayan birini asla alamazsınız. Yok kardeşim ben başkanım, illa ki şu arkadaşı alacağım derseniz de Business Class mertebesinde bir bilet parasını ödemek zorundasınız devlet hazinesine. Yok öyle yağma…
Şimdi diyebilirsiniz “Bunca ayrıntıyı sıra sıra dizdin,önümüze koydun. Nereye varacak bu?” diye. Haklısınız, 42nci Başkan Bill Clinton vardı belki anımsarsınız, kendisi dörder yıldan 2 dönem başkanlık yaptı ve sıkı durun İFLAS ETTİ! Evet, parası tükendi adamın. İşte bu yüzdendir ki yaşı 78 ama hala para karşılığında panellerde konuşmacı olarak yer alıyor. (Yazarın Notu: Çok değil 20 yılı biraz geçkin bir süre önce ülkemizde de bir Devlet Adamı vardı: Varlığından onur duyduğum Ahmet Necdet Sezer…. Şimdi devlet adamlığı adına etik sınırlarının çizdiği uygulamalarını tek tek saymayacağım. Çok merak eden internetten araştırabilir. Yazarın notunun sonu)
Bakın bu ABD Başkanı sıfatındaki şahıslar 250 Dolardanyüksek değerde bir hediye kabul edemezler. Hediyeyi geri çevirmek gibi bir nezaketsizliği elbette yapmazlar, kabul ederler. Ancak bu hediyeler devlet envanterine kaydedilir. Görev süresi bitince aldığı tüm bu hediyeler, aldığı tarih, kimden aldığı ve değeri gibi bilgilerle kamuoyuna açıklanır. Sadece Başkanlara değil Sekreterlerine (evet ABD’deki sistemde Bakanlar atama yoluyla geldikleri için Minister yani bakan sıfatıyla değil Secretary yani sekreter sıfatıyla bilinirler) de senatörlere de kamu görevlilerine de bu rakamın üstünde hediye verilemez. Avrupa Birliği’nde bu rakam 50 Avro ile sınırlı. İngiltere’de ise 140 Pound. Hiç unutmuyorum, 2010 – 2016 arasında İngiliz Başbakanlığı yapan David Cameron’a birisi iPad tablet hediye etmişti. Tabletin bedeli 429 Pound’du ve bay Cameron bu hediyeyi pek beğenmişti. Sırf beğendi diye cukkalamamış, tabletin bedeli olan 429 Pound’u çatır çatır devlete ödemiş ve hediyeyi ancak bu şartla alabilmişti.
Almanya’da Federal Hükümette Tarım Bakanlığı yapan Türk kökenli Cem Özdemir diye biri vardı. Türk kökenlidir ama çıktığı kabuğunu beğenmezcesine Türklerden nefret eder. 2002 yılıydı ve henüz milletvekiliydi. Her Alman parlamenter gibi onun da seyahatlerde aldığı uçak biletinin bedelini Alman Meclisi ödüyordu. Bu uçuşlardan promosyon olarak kazandığı uçuş millerini eşe, dosta, kız arkadaşına filan verdiği ortaya çıktığında Almanya’da ortalık ayağa kalktı sevgili dostlar. Haysiyetli Alman medyası manşetlere taşıdı bu konuyu. İş öyle bir boyuta vardı ki bu cem özdemir denen Alman arkadaş rezil rüsva oldu, insan içine çıkacak yüzü kalmadı. Niye? Çünkü mil kazandığın uçuşun ücretini meclis ödediği için promosyonların da meclise geri verilmesi gerekli de ondan! Kanun değil ama etik olarak durum böyle.
Çok uzattım farkındayım. Ama az sabır lütfen.
Yıl 2008. Fransa Milli Günü etkinliği için Ankara Büyükelçiliği de bir davet düzenledi. Diplomatik ve siyasi onlarca insana davetiye gönderildi. Alkollü içecekler, meyveler, yemekler ikram edildi konuklara. Buraya kadar her şey normal. Ancak ince ve bir o kadar da ilginç bir ayrıntı vardı davetle ilgili olarak: Büyükelçilik davetlilerin girdiği kapıya bu etkinliğin sponsorlarını yazmıştı liste olarak. O sponsorlardan biri kimdi biliyor musunuz? Manav Salih! Evet, manavlık yapan esnaf Salih bey bu etkinlik için ücret almaksızın birçok çeşit meyve sağlamıştı. Fransızlar şaraplarıyla meşhurdur. Etkinlikte sunulan şaraplar sponsor Kavaklıdere’den temin edilmişti. İtibarsız Fransızlar tasarruf etmiş ve dünyaca ünlü şaraplarını davetlilere sunmaktan imtina etmişlerdi. İşte sevgili dostlar, bu yüzden Fransa bazı ülkelerden 10 – 15 kat zengin. Milli günlerinde davet verip insanları çağırdıkları ama devlet kesesinden yedirip içirmedikleri için zengin. El aleme rüzgâr yapmak için Fransız halkının vergilerini savurmadıkları için zengin. Milletin parasını kendi cüzdanı olarak görmediği için zengin. Ahir ömrümüzde biz de böyle itibarsız hareketler görürüz umarım…