GÖZDEKİ YAŞ, RUHTAKİ ÇOCUK

- Telegram
Bugün yazımda günlük hayatın işporta mevzularına girmemeye karar verdim. Öyle ya; söylüyoruz, tesiri yok; susuyoruz (ki ben çoğu zaman susmam) gönül razı olmuyor. En iyisi, bugün dünya bizsiz dönsün!
Hafta sonu Formula 1 yarışı vardı. Hollanda’da yapılan yarışta, bu sezon pistlere yeni adım atan çaylak bir sürücü bileğinin hakkı ve biraz da şansın yardımıyla üçüncü oldu, podyuma çıktı. Genç sürücünün, görece zayıf olan takımının personeliyle yaşadığı sevinç görülmeye değerdi. Ben de yıllardır tutkuyla izlediğim bu sporda, bir çaylağın podyuma çıkmasından keyif aldım. Derken fark ettim ki gözlerim yaşarmış!
Mutluluk gözyaşı olduğunu tahmin ettiğim bu damlaları avuçlarımın içiyle sildim. Sonra düşündüm: Babamın oğlu değil ya bu genç sürücü; neden başarısı gözlerimi yaşarttı? Gerçi Toprak Razgatlıoğlu’nun, Cem Bölükbaşı’nın ve daha birçok sporcunun zaferleri de gözlerimi yaşartmıyor değil.
Aslında mesele sadece spor da değil. Eski bir müzik parçasını dinlediğimde, kült haline gelmiş bir filmi yeniden izlediğimde, hatta bazen de sebepsiz yere gözyaşlarına boğulabiliyorum. Rahmetli Özkan Uğur’un sahnede Mazhar Alanson ve Fuat Güner’le çalıp söylediği bir anda birdenbire hüngür hüngür ağlaması geldi aklıma. Fuat Güner sorunca, Mazhar Alanson çok sevimli sözlerle cevap vermişti:
“Biz bu yaşlarda ağlarız! Ağlamayan da zaten ne yani, değil mi?”
Benim yaşımda da ne varmış canım! Resmî tatilleri ve geceleri saymazsak 18 buçuktan 19’umdur ancak! Ama itiraf edelim, beden dediğimiz şey zamana yenik düşüyor. Saçlara –en azından dökülmeyip kalanlarına– aklar düşüyor, gözlerin kenarındaki çizgiler çoğalıyor. Hep kendi kendime derim: “Böyle kek gibi sırıtmaya devam edersen Donald Duck’ın perdeli ayaklarına döneceksin be adam!”
Hazreti Ömer’in kıssası aklıma gelir: Ölümü hatırlatması için bir adam tutar. Bir süre sonra da o adamı görevden azleder. Adam şaşırır, “Bir kusurum mu oldu?” diye sorar. Hz. Ömer de “Artık senin bana ölümü hatırlatmama gerek yok. Saçıma bir tel ak düştü.” der.
Şimdi, “Durduk yere ölümden bahsedip moralimizi niye bozuyorsun be adam?” diyebilirsiniz. Haklısınız belki. Ama bizler mezarlık kapılarına yazmadık mı, “Her nefis ölümü tadacaktır” (Ali İmran suresi 185. Ayet) diye? Yahya Kemal de özetlemiş aslında Sessiz Gemi’de bu yolculuğu.
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan...”
İşin özü şu: Biz insanlar, öleceğini bilerek yaşayan tek canlılarız. Beden yaşlanır, ama asıl önemli olan ruhun yaşlanmaması. İnsan, sağlıkla nefes alıp verebildiği sürece mutlu olmayı bilmeli. Tamam, hayat kolay değil, ama biraz da Polyanna olabilmek lazım. Varsın gözyaşı bezlerimiz fazla mesai yapsın; yeter ki içimizdeki çocuk yaşlanmasın. Ruh genç kalmalı, yoksa hayat ağırlaşır.