HOW ARE YOU? NE VAR YU!

- Telegram
Ben de bu sahte diploma çetesi tartışmalarına katılmak isterdim ama… malum, söz ağızdan çıkınca nerelere varır belli olmuyor. Neyse ki eğitim deyince Silivri kapıları şimdilik uzaklarda kalıyor!
Benim öğrenci olduğum dönemden günümüze (hatta daha uzun zamandır) yabancı dil eğitimi veriliyor okullarda. Haydi daha spesifik olalım, yabancı dil yerine İngilizce’yi kullanalım terim olarak. Şimdilerde ilkokul 2nci sınıftan lise 12nci sınıfa değin kesintisiz biçimde İngilizce eğitimi verilmekte. Ancak lise bitip üniversiteye başlayan bir gencimiz İngilizce konuşma, dinleme, yazma gibi aktivitelerde en az 10 yıl boyunca eğitim almış olmasına rağmen maalesef yeterliliğe ulaşamıyor. Hazırlık sınıfı olan bir üniversite bölümüne yerleşip hazırlık atlama sınavına da girse, hatta bazı durumlarda bir yılını hazırlık sınıfında da geçirse başarısız sonuçlar alıp üniversite eğitimine veda edebiliyor ya da sıralamada tercih ettiğinden çok daha geride bir başka okula geçmek zorunda kalabiliyor.
Peki neden 10 yıl gibi görece uzunca bir süre boyunca İngilizce eğitimi almış olmasına rağmen gençler “derdini anlatacak kadar” bile İngilizceye sahip olamıyor?
Birçok sebebi var elbet bunun. Yıllar içinde hem öğrencisi hem de iş arkadaşı olduğum bir İngiliz öğretmen arkadaşım, bu sorunun sebeplerini tartıştığımız bir ortamda bu sebeplerin belki de en doğrusunu ortaya koyan şu veciz ifadeyi kullanmıştı:
“Sizin eğitim sisteminiz İngilizce nasıl öğretilemez üzerine kurulu!” Evet onlarca sebep arasında altına imza atabileceğim tek gerçek sebep bu maalesef.
İlkokul 2nci sınıfta da This is a book (Bu kitaptır) anlatılıyor, lise 12nci sınıfta da!.. Zamanlar konusu PresentSimple (Geniş Zaman) ile başlıyor erken dönemde, liseden mezun olma aşamasında bile hala Present Simple zamanının kuralları ile boğuşmakta çocuklar. Müfredat kitaplarının demirbaş karakterleri olan Mr ve Mrs Brown vardı benim öğrenci olduğum dönemde, şimdi şimdilerde biraz ağarmış halleri Mr ve Mrs White vardır muhtemelen!
Oysa bir dilin hakkıyla öğrenebilmesi için o dile maruz bırakılması gerek öğrencilerin. Bunun iki yolu var: Ya gidip o dilin yaşadığı ortamda yaşayarak ya da çeşitli yayınları o dilin orijinal seslendirmesi ile izleyerek ya da dinleyerek.
Vaktiyle müdür yardımcılığını yaptığım bir İngilizce kursuna kursiyer olarak başvuran Iraklı sığınmacılarda fark ettiğimiz şey dertlerini anlatacak bir İngilizcelerinin olmasıydı. Nasıl öğrendiklerini sorduğumuzda ise aldığımız yanıt ilginçti: “Bizim evde sabahtan akşama kadar uydudan CNN haber kanalı izlenir!”
Onların kursa gelme sebebi bizim insanımızın tam zıttı bir sebeptendi: Konuşabildikleri dilin kurallarını öğrenebilmek. Bizde durum nasıl derseniz, kurallarını adeta İngiliz kraliyet ailesi kadar iyi bildiğimiz dili konuşabilmenin peşindeydik biz. Görev yaptığım İngilizce kursuna daha önceki senelerde kursiyer olarak başvurma motivasyonum buydu.
Burada işin mutfağındaki İngilizce öğretmenlerimize hiçbir sözüm yok. Zaten ıvır zıvır iş yükleri o kadar fazla ki hiçbirinin idealist davranma ve “gramer yerine konuşma öğretelim çocuklara” gibi bir lükse ne zamanları var ne de enerjileri. Hadi insanüstü bir gayret ile bu düşünceyi uygulamaya geçirmek istediler diyelim, bu kez de müfredat ve mevzuat kardeşlerönlerine heyula gibi dikiliyor!
Çevremdeki onca eğitimcinin affına sığınarak son birkaç söz etmem gerekirse eğer; içi boşaltılmış eğitim sisteminin acilen ve de köklü şekilde değiştirilmesi lazım. Yoksa sihirli değnek bugün dokunsa bile, meyvesini torunlarımız bile zor görür. Her geçen gün, geleceğimizden biraz daha eksiliyor. Ve hâlâ “This is a book”... Eee, How are you*, ne var yu?!
*How are you? İngilizce’de Nasılsınız sorusunun kalıbıdır...