Başımızı Eğmeden, Gözümüzü Kırpmadan: Göynük'ün Tarihi

- Telegram
Doğduğum, büyüdüğüm, sokaklarında yürürken kendimi bulduğum yerdir Göynük. Herkesin bir memleketi olur, ama bazı yerler sadece memleket değildir; aynı zamanda bir duruştur, bir vefadır, bir kimliktir. İşte Göynük, benim için tam da budur.
Bazen bir sokakta yürürken taşlar konuşur. Bazen bir çeşmenin başında durunca asırlar fısıldar kulağımıza. İşte Göynük öyle bir yer. Sessiz gibi görünür ama köklü bir geçmişi vardır; dillense kitap olur, ama biz gönlümüzle anlatmaya çalışalım.
Göynük’ün tarihi öyle birkaç yıla, birkaç nesle sığmaz. Burası önce Frig’lerin, sonra Roma’nın, ardından Bizans’ın hüküm sürdüğü bir yerdir. Ama asıl ruhunu, Osmanlı’yla kazanmıştır. Gazi Süleyman Paşa’nın buraya gelip yerleşmesiyle birlikte Göynük, sadece bir kasaba değil, bir ilim ve irfan yuvası hâline gelmiştir. O günden sonra da her taşına emek, her sokağına iz düşmüştür.
Evlerimiz hâlâ yüzyıllık, sokaklarımız hâlâ vakarlı. Zaman durmuş gibi ama bir o kadar da canlı. Çünkü Göynük öyle bir yer ki geçmişiyle barışık, bugünüyle vakur, yarınlara da usul usul dua eden bir memlekettir.
Burası sadece tarihi evleriyle, camileriyle değil; yetiştirdiği insanlarla da kıymetlidir. Öğretmeninden esnafına, gencinden yaşlısına kadar herkesin gönlünde ayrı bir Göynük yatar.
Tarihi anlatmak kolay, hissettirmek zordur. Ama biz Göynüklüyüz ya, anlatmadan da hissettiririz. Çünkü biz geçmişimize sahip çıktıkça, bu topraklar da bizi bırakmaz.
Göynük’ü bilmeyen sanır ki sessiz bir Anadolu kasabasıdır. Ama bilen bilir, burası tarihle yoğrulmuş, maneviyatla büyümüş, şanla, şerefle yazılmış bir destanın adıdır.
Ben bu yazıyı bir tarih öğretmeni gibi değil, bir evladı olarak kaleme aldım. Eksik kalmışsa affola... Ama unutmayalım ki, Göynük’ün hikâyesi sadece kitaplarda değil, bizim yüreğimizdedir.